
Türkiye Yükselişe Geçti! Orta Doğu'da Yeni Dönem Başlıyor
Orta Doğu'daki siyasi fay hatları, 7 Ekim 2023 sonrası süreçle birlikte, bir daha eski haline dönmeyecek şekilde çatladı. Yıllardır süregelen statükonun, ABD destekli bir güvenlik mimarisinin ve İran vekilleri üzerinden yürütülen “vekalet savaşları” çağının sonuna gelinmektedir. ABD merkezli Geopolitical Monitor’de yayımlanan dikkat çekici analiz, bu tektonik değişimin en kritik sonucunu apaçık ortaya koymaktadır: Bölgesel güç boşluğunu dolduran ve sahada en büyük stratejik kazancı elde eden aktör Türkiye Cumhuriyeti!
Türkiye'nin Bölgesel Yükselişi: Hamaset mi, Gerçek mi?
Bu tespiti salt bir hamaset olarak görmemek gerekmektedir. Aksine bu, sahadaki somut gerçekliklerin ve tarihsel bir dönemin kapanışının tescilidir. İsrail’in, Gazze savaşıyla tetiklenen revizyonist politikaları, yani sadece kendi güvenliğine odaklanan reaktif duruşu terk edip, bölgesel bir aktör olarak askeri gücüyle sınır haritasını yeniden çizme - arzı mevud çabası, bölgenin dengesini altüst etmiş hatta etmektedir. Geçtiğim dönemde İsrail’in İran üzerindeki baskısını artırmış olmasını unutmamalıyız. İran, yıllardır Lübnan’daki Hizbullah’tan Irak’taki milislere ve Suriye’deki rejim destekçilerine kadar uzanan bir “Şii Hilali” ya da daha geniş tabirle “Vekil Güçler Koridoru” inşa etmekteydi. İsrail’in, özellikle 7 Ekim sonrası dönemde, genişleme politikaları ve Suriye’deki rejim değişimi İran’ın bölgedeki siyasi ve askeri yapısında ciddi bir erozyona yol açmıştır.
İran’ın vekil güçlerinin yıpranması, lojistik hatlarının kesilmesi ve mali kaynaklarının tükenmesi, Tahran’ın bölgedeki fiili kontrolünü ve karar alma mekanizmalarını zayıflatmaktadır. Tam da burada, tıpkı fizikteki gibi, bölgenin istikrarı için bu boşluğun bir güç tarafından doldurulması zorunluluğu doğmuştur. İşte bu boşluğu Türkiye doldurmaktadır!
Terörle Mücadelede Yüz Yıllık Başarı
Türkiye’nin bölgesel yükselişi, önce içerideki güvenlik sorununu tasfiye etmesiyle perçinlenmektedir. Artık bir ihtimal değil, kesin bir gerçeklik olarak altını çizmekte fayda var. Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı operasyonları ve teknolojik üstünlüğü karşısında tutunamayan PKK, Türkiye sınırları içerisinden tamamen çekilmiş, silahlarını yakarak eylem kabiliyetini sıfırlamış bulunmaktadır.
Terör örgütünün, varlığını sürdürebilmek adına tek çareyi Irak’ın kuzeyindeki dağlık bölgelere kaydırması, Türkiye’nin güvenlik stratejisinin yüz yıllık bir başarı elde ettiğini kanıtlamaktadır. Ancak bu, mücadelenin sonu değil, sadece başka bir evreye geçiştir. Türkiye, Fırat Kalkanı’ndan Pençe-Kilit’e uzanan geniş operasyonel yelpazesiyle, sadece sınır ötesi güvenliğini sağlamakla kalmamakta, bu güvenlik alanını derinleştirerek bölgenin geleceğinde vazgeçilmez bir kurucu güç olarak kalacağını ilan etmektedir.
Bu durumun doğal uzantısı olarak, Suriye’deki tehdit algısı daha da keskinleşmektedir. Türkiye, PKK ile organik bağları kanıtlanmış olan ve ABD tarafından desteklenen SDG/YPG yapısını tamamen oyun dışına itmek için hem diplomatik hem de askeri baskıyı zirveye taşımaktadır. Zira bölgedeki kalıcı istikrar, Türkiye’nin sınırlarının hemen yanında bir terör koridorunun varlığıyla asla mümkün olmamaktadır.
ABD'nin Stratejik Tükenişi ve Batı'nın Türkiye Mecburiyeti
Resme uzaktan bakanlar ve dış gündemi dikkatli okuyanlar şunu net olarak görmektedir. Mevcut düzen kırılıyor ve yeni bir sistem doğuyor. Bu yeni dönemde ise ABD’yi sancılı günler bekliyor. Şöyle ki ABD’nin pozisyonunda stratejik tükenişin işareti gözlemlenmeye başlanmıştır. Washington, İsrail’in askeri politikalarını adeta tartışmasız bir koruyucu ve vekil destekçisi rolüyle bugüne kadar sürdürmektedir. Yani ABD, İsrail’in çıkarlarını ve politikalarını destekleyen ana askeri ve diplomatik hamilik görevini üstlenmektedir.
Ancak bu koşulsuz destek, ABD’yi bölgesel bir dengeleyici ve arabulucu rolüne zarar vermektedir. Tam da bu noktada, diğer Batılı güçlerin Türkiye’ye olan ilgisinde dikkat çekici bir yeniden hizalanma gözlenmektedir. Son dönemde İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Avrupa devletlerinin üst düzey diplomatik ziyaretleri ve stratejik işbirliği arayışları artmaktadır. Bu ülkeler, Ukrayna Savaşı sonrası yaşadığı Rus travması, NATO’nun işlevsizliği ve ABD’nin Orta Doğu’daki etkinliğinin sorgulandığı, İsrail politikalarının istikrarsızlık yarattığı bir ortamda, bölgenin vazgeçilmez istikrar sağlayıcısının Türkiye olduğunu idrak etmiş durumdadırlar. Özellikle, PKK’nın Irak’a kaymasıyla artan bölgesel güvenlik sorumluluğu ve Suriye’deki SDG’nin geleceği konularında, Batı’nın karar alma süreçlerinde Türkiye’nin onayına duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Enerji güvenliğinden göç yönetimine, bölgesel kriz çözümünden askeri işbirliğine kadar her alanda Türkiye’nin stratejik ağırlığı, Batı başkentlerinde artık görmezden gelinmemektedir.
Gelinen bu kritik noktada, Türkiye’nin elindeki kozlar benzersiz şekilde değerlidir.
İsrail’in askeri odaklı gücü siyasi başarıya dönüşmekte zorlanırken, Türkiye, iç güvenliği sağlamış bir devleti temsilen, sert gücünü diplomatik deha ve ekonomik entegrasyonla birleştirmektedir. Türkiye, artık ne Doğu’ya ne de Batı’ya bağımlı, bizzat merkezin kendisi olma vizyonunu kararlılıkla uygulamaktadır. İçerideki terör sorununu kökten çözmüş, Suriye’de SDG’yi elimine etmeye odaklanmış bir Türkiye, bölgesel sistem üzerindeki etkisini maksimize etmektedir. Afrika ile olan pragmatik stratejik ilişkilere hiç değinmiyorum bile.
Türkiye’nin yükselişini işaretleri, sadece askeri veya ekonomik bir mesele değildir. Bu, uluslararası sistemin merkezi güçlerinden biri olarak yeniden konumlanma meselesidir. Türkiye artık sadece kendi sınırlarını koruyan değil, bölgesel düzenin yeni kodlarını yazan bir güçtür. Batı’nın artan ilgisi, bu yeni kodları kabul etme zorunluluğunun bir yansımasıdır. Orta Doğu’nun jeopolitik haritası yeniden çizilmekte ve bu yeni haritada, bir asır sonra ilk kez, Türkiye, çevresindeki karmaşayı yöneten, dengeyi kuran ve kendi kaderini tayin eden birincil güç ekseni olarak yerini almaktadır. Bu süreç başlamıştır ve geri dönüşü olmayacaktır. Türkiye’nin yükselişi sağlam temeller üzerinde yükselmeye devam edecektir. Bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Yani küresel sistem yeniden oluşturuluyorken, kartlar yeniden dağıtılıyor iken masaya oturmak bir tercih değil, tarihin bizlere yüklediği asil sorumluluktur.














